Senatory Poll
Pier Goodmann
PARTY SECRETERY
TDV
Vote Now

Değerli katılımcılar,

Sözlerimin başında, 1987’den bugüne vakfımıza her düzeyde emek veren ve katkı sağlayan tüm yöneticilerimizi saygıyla selamlıyorum.

Tanıtım filminde de bahsedildiği üzere Türk Demokrasi Vakfı; 20 Şubat 1987’de dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın fikri önderliğinde, hukuk ve demokrasi duyarlılığı yüksek bir grup akademisyen, siyasetçi ve iş insanı tarafından kuruldu.

Vakfımız uzunca bir dönem, Türkiye’de “demokratik ekosistemin” korunması ve geliştirilmesi amacıyla Türk siyasi hayatının en hassas konularını sürekli gündeminde tutarak, bu konuların nesnel ve çoğulcu platformlarda tartışılmasını sağladı.

Türk Demokrasi Vakfının toplantılarında, aynı bugün olacağı gibi, farklı siyasi partilerin liderleri, yöneticileri ve temsilcilerinin hemen hepsi söz aldılar.

Bugün ise, yeni bir enerji, yeni bir anlayış, yeni bir motivasyon ve yeni bir inançla yeniden Türk Demokrasi Vakfı’nı işler hale getiriyoruz.

Gayretimiz; bu köklü vakfı yeniden Türkiye’de demokrasi standartlarının yükselmesine katkı sağlayacak, demokrasiyi yeniden herkese ve her kesime ‘hatırlatacak’ bir merkeze dönüştürmektir.

Değerli Konuklar,

Hiç kuşku yok ki; ülkemizin önemli bir demokrasi geçmişi ve hiç de hafife alınamayacak bir birikimi var.

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Tanzimatla ve Meşrutiyetlerle bir yandan devleti ayakta tutmaya çalışırken, diğer yandan da aslında millete yaslanmamız gerektiğini fark ettik.

Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün liderliğinde, ölümüne bir kurtuluş mücadelesi içindeyken dahi Büyük Millet Meclisi’nden, yani milletten güç almayı ihmal etmedik.

1923’te, yine Atatürk’ün büyük öngörüsü ve vizyonuyla yepyeni bir Cumhuriyet ilan etmeyi başardık.

1950’de serbest seçimlerle iktidarı sorunsuz bir şekilde devredecek kadar bir demokrasi olgunluğuna sahip olduğumuzu; tarihimize altın harflerle yazdık.

Sonraki 50 yıl boyunca darbelere, muhtıralara, parti kapatmalara, darağaçlarına ve kaybedilen nesillere rağmen yeniden ve her defasında bir umuda sarılmayı bildik.

Evet, kıymetli katılımcılar,

Her seferinde yeniden sarıldığımız o umudun, güvendiğimiz o son kalenin adı demokrasidir.

150 yıllık süreçte, öyle ya da böyle demokrasisi olan, demokrasinin sadece lafzıyla değil, anlamıyla, pratiğiyle, şölenleriyle ve de sancılarıyla hemhal olmuş bir devlet ve bir milletiz.

Evet, bir demokrasimiz var ve onu seviyoruz.

İlgili ilgisiz, yerli yersiz her fırsatta, birçok cümlemizin öznesi yerine koyuyoruz demokrasiyi. Uzunca metinlerin, beyannamelerin, vaadlerin başköşesine demokrasiyi oturtuyoruz.

Peki, demokrasiyi metinlere yazmak, ona övgüler sıralamak, parti tüzüklerinde demokrasiye yeni ufuklar açmak yeterli mi

Müsaadenizle burada küçük bir parantez açayım:

Rivayet odur ki; köyün birinde muhtara “amca sizin buralarda bir oğlan bir kızı severse ne olur?” demişler… Muhtar hiç uzatmadan cevap vermiş: “Verirlerse evlenir, vermezlerse âşık olur”…

Sanırım bizim demokrasiyle ilişkimiz de buna benziyor. Hepimiz demokrasiye sadece aşığız. Onu çok istiyoruz, vermiyorlar, âşık oluyoruz… Platonik takılıyoruz yani…

Ama ‘platonik demokrasi’ diye bir şey yok… Demokrasi ancak vuslata erildiğinde gerçek manasına ve kendi gerçeğine kavuşur.

Kitleler nezdinde, demokrasiye olan o sahicilik duygusunu yaratacak olan şey; bizi demokrasiyle test edecek olan her olay karşısında, gerçekten de, demokrat tavrı ortaya koymak ve onu savunabilmektir.

Yoksa, bize ‘politik risk’ getirecek veya bizim için risk yaratacak konular ortaya çıktığında, demokrasiyi gölgeleyen konularda susmak ama rahat ortamlarda demokrasiyi savunmak ve demokrasiden dem vurmak; çok risksiz aynı zamanda kitleler nezdinde de etkileyiciliği olmayan siyasettir.

Demokrasi, özünde ötekinin hakkını savunabilmektir.

Yani sizin dışınızdakinin, diğerinin, hatta yeri geldiğinde size rakip olanın hakkını savunabilmektir.

Kısa vadede böyle bir hak savunuculuğu adeta riskli ve bizim için zararlı gibi görünse bile, kesinlikle uzun vadede bu tür siyasetin savunucuları kazançlı çıkmışlardır.

İşte, Türk Demokrasi Vakfı; demokrasi adına, demokrasi kültürümüzün kökleşmesi adına, temel hak ve özgürlüklerin alabildiğine genişletilmesi adına, ifade ve iletişim özgürlüğü adına; demokrasimizin test edildiği, sınandığı her durumda ve her ortamda demokrat tavrı/tarzı ortaya koymaktan ve onu savunmaktan asla geri durmayacaktır.

Değerli Katılımcılar,

Türkiye’de bugün için demokrasinin en önemli çıkmazı; ‘güçlerin tek elde, tek merkezde toplanmış olmasıdır’. Tek bir seçimin sonucuyla bütün mekanizmaların yönetilmesi; demokrasimizin geleceği açısından tehlikelidir.

Demokrasiyi anlamından, bağlamından ve özünden koparan anlayış; onun sadece ‘çoğunluğun yönetimi” ilkesine dayandığını kabul eden anlayıştır. Bu anlayış sakattır. Evet, çoğunluğun yönetimi demokrasinin bir parçasıdır, elbette olmazsa olmazıdır. Fakat demokrasiye ruh veren, hayat veren ve onu ete kemiğe büründüren; ‘temel hak ve özgürlükler’ bağlamıdır.

Bizim savunduğumuz çoğulcu, anayasal demokrasi; güçlerin tek elde toplanmasına izin vermez. Aksine, devletin tüm fonksiyonlarının farklı ellere dağıtılması ve bunların birbirlerini dengelemeleri ve denetlemeleri esastır.

Sayın Genel Başkanlar,
Değerli katılımcılar,

Bizler “demokrasi penceresi”nden bakacağız…
Bu pencereden bakarken, demokratik işleyiş için hayati önemi olan üç alanda Türkiye’nin büyük bir çürüme ve çöküntü ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz.
Sivil toplum, akademya ve medya…

İlk olarak ve üzülerek söylüyorum ki; Türkiye’nin sivil toplum alanı çürümüştür, çökmüştür.
Siyasal iktidarı izleyecek, denetleyecek, ona baskı uygulayabilecek, onu yönlendirebilecek sivil kurumsal yapılar kalmamıştır.
Bugün sivil toplum kuruluşlarımızın çok büyük bir kısmı toplum adına devleti denetlemek yerine, devletin toplumu ‘adam etmesini’ istemektedirler.
İkincisi; Türkiye’nin akademyası çürümüştür, çökmüştür.

Özgür zihinli, yetkin insan kaynağı üretemediği gibi akademik özgürlüğün gerektirdiği ilkesel duruşu da sergileyememektedir.

Niteliğin yerini niceliğin aldığı, bilimsel bilgi üretiminin yerine bürokratik akademi anlayışının geçerli olduğu, üniversitelerin ‘ele geçirilmesinin’ başarı sayıldığı talihsiz bir dönemden geçiyoruz.

Açıkça ifade etmek isterim: Bugün akademisyenler –ki bir bölümünü elbette tenzih ederim- kendilerini siyasal iktidarların resmi memuru olarak görüyorlar. Onun için de sistemin özgürleşmesine değil, daha da otoriterleşmesine hizmet ediyorlar.

Ve üçüncü olarak; Türkiye’nin medyası çürümüştür, çökmüştür.
Medya mahkûmdur. Medyanın “mahkûmiyetinin” sonuçları çok ağırdır. Bu durum kamuoyunu etkisizleştirmektedir.

Milletin müşterek sesi olması beklenen medya; baskılara direnememekte, aksine asli görevini bir kenara bırakıp iktidar seçkinlerinin sesi olma rolünü benimsemektedir.

Yani, medya siyasal iktidarları denetlemesi gerekirken, siyasal iktidar medyayı denetler ve kontrol eder hale gelmiştir.

Bu haliyle medya da; aynı akademya gibi sistemin demokratikleşmesinden çok, otoriterleşmesine katkıda bulunmaktadır.

Değerli Katılımcılar,

Tüm bu çöküntüleri, tüm bu açmazları sadece bugün yaşıyor değiliz.

1960’lardan, 1990’lardan bugüne, demokrasimizin test edildiği her durumda, bu açmazları tekrar tekrar yaşamaya devam ediyoruz.
Ancak artık bir kırılma aşamasına geldiğimizi ve gün gün demokrasimizin kadükleştiğini görüyoruz.

Rahmetli Süleyman Demirel’den dinlediğim bir anekdot var.

Adamın biri aslanla kuzunun aynı kafeste yaşayabileceğini iddia eder. Elbette etrafındakiler buna inanamazlar. Adam iddiasında ısrar eder, hayvanat bahçesinde denemeler başlar. İtiraz edenler bir hafta sonra bakarlar ki; aslan ile kuzu aynı kafeste. Adama bunu nasıl başardığını sorarlar. Adam: “Her gün kafese yeni bir kuzu koyuyoruz.” der.

Değerli dostlar,

Bu kural tanımayan, frenlenemeyen, dengelenemeyen, denetlenemeyen otoriter mekanizma hukukla engellenemezse; yani bu aç ama kaba kuvvetinden başka özelliği olmayan aslan terbiye edilmezse, her Allah’ın günü bir kurumu yok eder, her Allah’ın günü bir teamülü ortadan kaldırır, her Allah’ın günü tek tek her birimizin geleceğini yer bitirir.

Türkiye’nin onlarca yılda oluşturduğu kurumlar, onlarca yıllık deneyim, gelenekler, birikimler, devlet olma reflekslerinin sonucu ortaya çıkan teamüller; yerlerini tamamen siyasi ve gündelik birtakım mekanizmalara bırakır, bırakıyor.
Bu durum, ülkemiz açısından kelimenin tam anlamıyla kan kaybıdır. Bu kan kaybını durdurmak zorundayız.

Saygıdeğer Katılımcılar,

Demokrasi endekslerindeki halimizin içler acısı olduğunu, 167 ülke arasında 103. sırada olduğunu maalesef artık hepimiz biliyoruz.
Benim Demokrasi Endeksi Raporunda önemsediğim, altını çizdiğim başka bir husus var, o da şudur: “Yönetimde yasamanın rolü büyüdükçe demokrasi skoru artıyor, yürütmenin rolü büyüdükçe skor düşüyor.’

Maalesef bugün için Türkiye’nin gerçeği budur. Yine bugün için temel sorunumuz ve esasen birçok sorunumuzun da kaynağı işte budur.

Öyleyse Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı olan 2023’ün şafağında, Türkiye bir yol ayrımı ile karşı karşıyadır.

Bu yol ayrımının güzergâhının neresi olacağı, bu yolun nereye varacağı sorusunun cevabı; emin olunuz demokrasiye inanmış herkesin bundan sonraki tavrıyla, duruşuyla ve yapacaklarıyla yakından ilgilidir.

Bu anlamda, samimiyetle ifade etmek isterim ki; ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi’ Türkiye için bir şans ve demokrasimizi düze çıkaracak tarihi bir hamledir.

Biz, Türk Demokrasi Vakfı olarak; bu tarihi hamleyi destekliyoruz.

Şunun için destekliyoruz.
Güçler arasındaki ilişkiyi demokratik prensiplere uygun biçimde tariflediği için destekliyoruz. Denge ve denetim ilkesini gözettiği için destekliyoruz. Şeffaf ve hesap verebilir / hesap sorulabilir bir yönetim vadettiği için destekliyoruz. Parlamentoyu sistemin merkezinde fonksiyonlandırdığı için destekliyoruz.

Yani ilkesel olarak destekliyoruz.

Bu ilkesel duruşla Türk Demokrasi Vakfı; güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecine katkı sunmaya, omuz vermeye ve bu süreçte elinden gelenin fazlasını yapmaya hazırdır.

Evet Saygıdeğer Genel Başkanlarımız ve değerli misafirler,

Sözün özü; ümidimiz demokrasidir.

Pergelimizin sivri ucunu demokrasinin üzerine koyuyoruz. Başlangıç noktamız, sıfır noktamız, referans noktamız demokrasidir. Pergelin diğer ucu ise alabildiğine hukuk, adalet, eşitlik ve özgürlüktür.

Asla kötümser değiliz. Böyle bir lüksümüz yok.

Aksine, işleyen bir demokrasinin ülkemizi bugünden çok daha mamur, çok daha güzel, çok daha mutlu, çok daha zengin kılacağını biliyoruz.

Her koşulda çare demokrasi, her güzergâhta yol demokrasi, her ümitsizlikte çıkış yine demokrasidir.

Türk Demokrasi Vakfı’nın kapılarını; ümitvar olan, demokrasi imtihanımıza omuz vermek isteyen, tüm kişilere ve kesimlere ardına kadar açıyoruz.

Toplantımızı onurlandıran tüm paydaşlarımıza teşekkürlerimi sunuyorum.